18 Mayıs 2013 Cumartesi

Dantelli Külot


Açılış yazımın üzerinden günler geçmiş. Çok şükür ağzımın kenarlarının kulaklarıma olan mesafesinin kısa olduğu zaman periyotları artarak daha da iyileştiğimin ve dahi iyileşeceğimin haberini veriyor bi'nevi. Ne demişler çıkmadık candan umut kesilmez... 

Nasıl bir şansa sahipsem küçüklüğümden beri süregelen bir durum söz konusu. Penceremden güneşin girmediği bir güne uyandıysam, o gün kendimi mutlu hissedebilmem neredeyse imkansız. İkiye bölünüp kendi kendime binbir türlü mutluluk sebepleri yaratmakla çözmeye çalışırım bu durumu kimi zaman. Psikiyatrist tarafım hayatımda iyi giden şeyleri önüme sıralar, hasta tarafımsa çaresizlikle kabullenmeye çalışır mutlu olması gerektiğini. Bu öyle beş dakikalık bir sabah sporu şeklinde de kalmaz. Mademoiselle uyanır, güneş yoktur. Balkonun karşısındaki ağaçtan cıvıldayan şırfıntı bir kuş vardır lakin. Sanki yaratıcının teselli olsun diye gönderdiği. Yetmez. Gün ışığıyla uyanmaktır tek ilacı Mademoiselle'in. İstediği oyuncağı annesine aldıramayan çocuk misali mızıldanır uzun süre, direnir içindeki psikiyatriste. Sonra bu düşüncelerle kahvaltısını tamamlar, özene bezene makyajını ve saçını bitirir, o günün gecesinde binbir emekle ütüleyip katlayıp sandalyeye yerleştirdiği kıyafetlerini giyer, okuluna hazır bir şekilde dışarıya adımını attığı anda ise dünyayı takmaz Mademoiselle. Dert yanmaz yakın dostları ve annesi haricinde hiçkimseye. Bilir üzerine yapıştırılacak güçsüz damgasının onu daha da kötü edeceğini. Kendini güçlü kılmanın, kendini saklamaktan geçtiğini öğrenmiştir, öğretmişlerdir... Sabah güneşleri hep Mademoiselle'in üzerine doğar arkadaşlarına sorarsanız, kendisiyse en son ne zaman güneşle merhabalaştığını unutmuştur...

Kendisinden üçüncü şahıs kipiyle bahsedenlere olan nefretimden olsa gerek koca bir paragrafı 3. tekil şahıslarla bezemişim. Neyse, normale dönelim. 

Evet, dün bulunduğum şehrin en büyük alışveriş merkezlerinden birine gittik bir arkadaş ile. Geçen hafta o, sevgilisi, ben okuldan sonra çıkıp yine aynı alışveriş merkezinde birşeyler içmeye gitmiştik. Tam alakasız gibi görünen bir muhabbetin tam ortasında, milkshake'imden kocaman bir yudum alırken birşey farkettim. Benim hiç dantelli külodum olmamıştı. Evet, bildiğin tüm külotlarım sade ten rengiydi. Bir de onları siyah boxerlarla beraber yıkadığımdan renk menk kalmamıştı. ''Deli mi dürttü de o anda aklına geldi?'' diye sormasın kimse. En garip zamanlarda, en saçma muhabbetin ortasında gizliden bir beyin fırtınası başlar bende. Kontrol edemezsin, durduramazsın, sen muhabbete devam edersin, karşındakini gayet de dinlersin, ama o fırtına bir sonuca bağlanana kadar durmaz. Dursa, bu sefer bişeyi yarım bırakmışlık hissiyle terkeder beynin o güzel kıvrımlarını. Her neyse ne diyorduk? Evet dantelli iç çamaşırı tutkumun başladığı dakikalardaydık en son. Tutku? Kimi kandırıyorum? Beni ucundan kenarından tanıyan herkes bilir ne derece tutucu bir kulot yığınına sahip olduğumu. Yani annanemin gardolabını açsanız, benimkilerle karşılaştırsanız, imkanı yok bir fark bulamazsınız, o derece. Sonra düşündüm tabii. ''Kızım sen gerizekalı mısın? Evrene verdiğin mesaj boktan bi kere. Hergün dışarı çıkarken milleti dönüp yüz kere arkandan baktıracak kadar giyimine dikkat ediyorsun ama iş iç çamaşırına geldi mi, 'nasıl olsa görmüyorlar' diye salıyorsun kendini. E evren de sanıyor ki, bu kız sevgili mevgili istemiyor, çekicilikten uzak o annane donlarıyla mutlu. Yok 'kıçıma giriyor yürürken düzeltesim geliyor', yok 'nasıl olsa bi ben görüyorum'... Hangi mal evren senin karşına hayalindeki adamı çıkarsın sen bu mentalitedeyken? Neyse eğildim arkadaşın kulağına, dedim benim bi iç çamaşırı alışverişine çıkmam lazım. Kızcağız eminim neye uğradığını şaşırmıştır ama sağolsun utandırmadı beni. O gün içme faslı bittikten sonra alışveriş merkezinde bir turaladık ama ben kafama göre birşey bulamadığımdan bir başka bahara bıraktım bu nereden çıktığı belirsiz tutkumun üzerine gitmeyi. Arkadaş sağolsun dün tekrar oraya gideceğini söyledi. Sağolsun unutmamış benim cici iç çamaşırı alma isteğimi, ''gel seni de götüreyim'' dedi. ''peki'' dedim, gittik. 

Ufak bir arayıp taramadan sonra birbirinden şirin, kenarları dantelli birkaç tane buldum. Ama ne varki arkası normalde kullandığım kadar geniş değil. Utanmadım sıkılmadım, girdim kabine taytın üzerinde geçirdim denedim. Aman yarabbim... Nasıl cici, nasıl sevimli, nasıl kışkırtıcı... Minicik ama insana bir kendine güven veriyor ki sorma. Hemen aldım, geldim eve. 

Bir iç çamaşırının insanın kendine olan güvenini bu derece etkilediğini bilseydim, hayatta bu zamana kadar ''amaan, kim görcek ki zaten, kimse de yok hayatımda, sal gitsin'' mantığıyla annane donlarıyla dolaşmazdım. Ama bilemedim ki, bu kısır döngüde olay aslında benim erkek arkadaşım olmadığından cicili bicili iç çamaşırı giymediğim değilmiş, olay cicili bicili iç çamaşırı giymediğimden erkek arkadaşım olmamasıymış. Şu yaşıma kadar kim bana hayranlıkla baktıysa hep bir utanma, çekinme, ya da 'abartıyorlardır' mantığıyla geri adım atma söz konusuydu, şu çamaşırları giydim, şimdi herşey 180 derece değişti sanki. 

Pazartesi dönemin son Histoloji sınavına girecek birinin kafayı iç çamaşırlarıyla bozmasının sebebi, sabahları eksik gün ışığıyla uyanmasından başka ne olabilir ki? Bir mutsuzluk krizini de zararsız ziyansız bir şekilde atlattık sayılır, bakalım bir diğerinde neye saracağız...

Buarada... Minicik el kadar külotlara elim kadar etiket koymalarını bambaşka bi saçmalık. Etiketi keseyim dedim, o kestiğim yer tenime sürtündükçe alıp o külodu orta yerinden yırtasım geliyor resmen...

Bu yazının buram buram pms koktuğunu görür gibi olsam da bu ay çok da fazla diplerde dolaşmadığımı farkedip sevindim. Eskiden olsa yataklardan çıkamaz, ''çok yalnızım'' nidaları eşliğinde sınavımın olduğu dersin kitabına sarılarak en tatlı uykularıma dalardım. Şimdiyse yine yatağımın üzerinde olmama rağmen, sırtımla duvarın arasına koyduğum yastığa dayanmış ve yatağa enlemesine bacaklarımı uzatmış bir şekilde gayet aktif bir şekilde hayatıma devam ediyorum. 

Teşekkürler dantelli don...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder