11 Mayıs 2013 Cumartesi

15. Gün...


Günlerden cumartesi. Dolu dolu geçen 14 berbat günün ardından hakikaten nefes alabildiğim ilk gün... Hatalardan ders almaya yemin ettiğim, insanlara hakettikleri gibi davranmaya başlamam gerektiğini öğrendiğim zaman periyodunun ilk güzel günü... Yargılanmaktan korkmak, insanlarla iyi geçinmeye çalışmak, insan ayırt etmeden herkese eşit derecede kibar davranmak, herkesi sevmeye ve herkese kendini sevdirmeye çalışmak, ''ne derler?'' korkusuyla hep geri adımlar atmak... ''iyi insan'' olmanın bu ve benzeri kalıplara uymak gerektiğine dair beni inandıranlar, ''aman düşman edinmemek lazım'' mottosuyla beynimi yıkamaya çalışanlar, kendi günahlarını görmeden benim günahlarımı da üzerlerine alanlar, arkamdan konuşup bir şekilde huzursuz olmamı sağlamaya çalışanlar... Hepinizin canı teker teker cehennemin en dibine. 

Hayatımda elde etmek istediğim hemen hemen herşeyi elde etmişken, çevrenin söylemesine göre yüzüne bakılacak kadar albenisi olan bir insanken, annem beni böylesine severken, çevremde beni yargılamadan seven ve kabul eden düzgün insanlar varken, hayalim olan okulu okuyorken, tek eksiğimin hayatımı paylaşabileceğim insan olması dışında herşey çok güzel ilerliyorken, mutlu olmam gerekirken kısacası, ben depresyon denen illetle boğuşuyorum. Oldum olası ya çok hiperaktif bir neşeye sahip oldum ya da diplerde gezindim, ortası olamadı hiç, beceremedim. Annem beni yargılamazken; ''insanlar ne der?'' sorusuyla boğuştum hep. 


Bir gerçeğe inandım oldum olası. Yüzüne bile bakılmayacak, yetenekleri ve zekası sınırlı bir evladı bile, karşı cins ebeveyni bir şekilde onu mükemmel olduğuna inandırırak yetiştirirse onun sırtının yere gelmeyeceği gerçeği hep takılı kaldı aklımın bir köşesinde. Benden daha çirkini, daha az eğitimlisi her zaman benden daha yüksek bir özgüvenle yaklaştı erkeklere, hayata, insanlara. Bir adım önümde oldu hep bu tarz insanlar. Bense, kendimden hiç emin bir şekilde açamadım kendimi insanlara. Karşı cinsle olan ilişkilerde yakışıklı insanlardan elimden geldiğince kaçtım, fazla iyisi bana göre olamazdı çünkü, yeterli değildim hiçbir zaman kendi gözümde. İnsanlar arkamdan konuşup beni sevmeyecekler ve yalnız kalacağım kabusuyla yaşadım kendimi bildim bileli. Kimse arkamdan konuşmasın, kimse benden nefret etmesin istedim içten içe. Ama bilemedim ki, karakter sahibi her insanın dostu olduğu kadar düşmanı ya da sevmeyeni de olmalıydı bu hayatta. Herkesin sevdiği insan, herkese göre değişebilen insan demekti. Ama kördüm. 

Çok insan kaybettim hayatta. O yüzdendir ki, gelene ''bir gün gidecek'' gözüyle bakmak huyum haline geldi. Hep o korkuyla yaşadım. En yakın arkadaşlarımla bağım kopmasın diye dualar ettim hep gözlerim dolarak. Bazıları kabul oldu, çoğu olmadı.

İnsanlar kazandım, insanlar kaybettim. Sevdim, aşık oldum, sevildim, terk ettim. Bazen tüm bu olumsuzlukların hayatımdan gelip geçen kalbini kırdığım erkeklerin ahları olduğunu bile düşündüm aslında. Sonra vazgeçtim. Kalp sadece terk edilerek kırılmıyor çünkü ve ben vermeye mecbur olduğum kararların sonucu olarak yapmak zorunda olduğumu yaptım hep. Çünkü hayat, bana O'nu bir şekilde gönderecekken başkalarıyla vakit harcamayayım istedim. Ama her ne istersen, tam zıttını tokat gibi çarpıyor evren suratına. Hep ''işte sonunda O'nu buldum sanırım''larla başladı o ilk buluşma heyecanları. Olmadı, ikinci buluşma gelmedi çoğunda. Bahane bulmakta iyiydim. Çünkü O olmadığını anlıyordum bir lafından, ufak bir yüz ifadesinden, ses renginden, çatalı tutuş şeklinden ya da giydiği gömleğin yakasının yanlış yerden katlı oluşundan. 

Ayrıntılar önem taşıdı hep hayatımda. Kravatında toplu iğne başı kadar bile olsa bir leke insanı konsantrasyonumu toplayıp dinleyemedim hiç, ya da yemek yerken ağzının kenarına bulaştıracak kadar hızlı ve rahat olan bir insan hep bir adım geri attırdı. Anneme göre ayrıntılara çok takmayıp, erkeği alıp hamur gibi yoğurmak gerek. Ona göre ben, o meşhur gül bahçesi örneğindeki güzel kız gibi davranıp bahçenin sonundaki rengi solmuş güle doğru ilerliyorum hızla en güzellerini geride bırakıp. Ama durum sanılandan çok daha karmaşık maalesef.

Bir adam bulacaksın. Babana benzemeyecek. Onun sahip olduğu her türlü ayrıntıdan uzak olacak. Annen gibi sahiplenecek seni, ama hayatına saygıyı da elinden bırakmayacak. Hamur gibi yoğurulmasına gerek kalmayacak kadar karakteri oturmuş olacak yeri geldiğinde yumruğunu masaya koyabilecek doğruları uğruna ve ''adam haklı'' dedirtebilecek. Bir adam bulacaksın, 25 yılın baba özlemini silecek bir sarılmasıyla, kardeşsizliği unutturacak ve onun yanında olduğun her yeri senin evin gibi hissedeceksin. 

Bu blog, ilişki ve arkadaşlık konusunda doğru insanları bulma yolunda en dibe çökmüş ve artık kendisinin başkaları için doğru insan olup olmadığını sorgular hale gelmiş bir garip doktor adayının; derslerden, laboratuarlardan ve hastanelerden vakit kalıp nefes almaya fırsat yakaladığı süre zarfında başına gelenleri yazacağı dijital bir günlük olarak tasarlanmış olup, ani değişen ruh halinin negatif/pozitif değişimlerini kusacağı bi platform olarak tasarlandı. 

Hayatın tüm renklerine atfolsun...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder